Ben tekerlekli sandalyede oturuyorum, İlker beni itiyor. Bir hengameyle başlıyoruz maratona.
Bir hedefim yok aslında, burada olmak bile benim için yeterli ama İlker bana bir söz vermiş, başından sonuna durmadan, tempo düşürmeden bitireceğiz koşuyu. Ablamı o hengamede geride bırakıp Gökçe, İlker ve ben 1 km.’yi bitiriyoruz.
Ben bastonu havada sallarken diğer elimle de barış işareti yapıyorum, çok mutluyum. En güzel sürpriz yolda bize el sallayanların beni tanıması. "Bravo Ayça!” diye bana bağırıyorlardı, sanırım gazetede çıkan haberden okuyup tanımışlar beni.
Gökçe, "2 km.’yi geçtik mi?” diye sorarken bir yandan da, "Hayret ben 300 metreden fazla koşamam ki!” diyor. Oysa bilmediği bir şey var, 4 km.’yi çoktan devirdik bile. Güneş aralardan kendini gösterip ısıtmaya başladığında dönüş yoluna geçtik, artık gidiş yolundakilere moral verme sırası bende. Her gördüğüm sporcuya bağırıyorum: "Bravo yapabilirsin bravo!”
Tempomuzu hiç düşürmüyoruz, sanki 10 km. daha olsa koşabiliriz gibi. Son 100 metreye yaklaştığımızda heyecandan kalbim güm güm atıyor artık.
Ve bir yandan finish çizgisinin fotoğraflarını çekerken bir yandan da bizi kimler bekliyor acaba diye meraktan ölüyorum! 3-2-1 ve madalyalarımız boyunlarımızda ağlayarak birbirimize sarılıyoruz.
Bu benim mücadelem! Bu sadece bir sembol! Ama 1,5 yıl iyileşmek adına ne kadar çaba sarfettiğimi de görmemi sağlıyor aynı zamanda. Geçirdiğim 1,5 yıla bakıyorum, kendimle gurur duyuyorum. Bacağımı 1 cm. hareket ettirebilmek için geçirdiğim 3 ay bile olsa, emeklerimin karşılığını almak o kadar güzel ki.
Seneye 10 km.’yi tekerlekli sandalye olmadan koşmayı hedefliyorum!
Kuzumm, hepimiz seninle gurur duyuyoruz... Sen varsın tamamız biliyorsun, sen olmasan bir eksik olurduk... Seni çok seviyoruz ve iyi ki biz bir aileyiz, bu bireylerle, bu kardeşlerle ve tabii ki bu Dano ve Nuni'yle :) Not: Seni çok özledik hepimiz. Gelsene hadi.
YanıtlaSil