hava 45 derece falandı. asıl, sıcaklık değil de üzerimize yapışan nem engelliyordu sanırım nefes almamızı..
içerisi serindi, klimalıydı heryer ama topluluk enerjisinden heralde, kimse kıpırdamıyordu o bahçedeki yerinden. sanki farklı bir adım atan olsa, bir aksilik olacağı hissi vardır ya, öyleydi işte..
günler geçiyor, evimizden çok uzaktaki o yabancı şehrin bahçesinde bekleyen topluluk hiç azalmıyordu. işi olan gidiyor, sonra ilk fırsatta geri geliyor, birisi sürekli hastane-havaalanı arası servis yapıyordu. dostlarımız sayılı yıllık izinlerini bile bizimle o ağacın altında bekleyerek geçiriyordu.. her gelen umutla, sevgiyle, inançla değiştiriveriyordu anlık karamsarlaşabilen hastane havamızı.
birisi resim çiziyordu yatağına asmak için, birisi şifalı taşlar gönderiyordu, 5000 tane duayı bölüşüp okuyanlar vardı, bütün arkadaşlarından yazılar, resimler toplayıp hediye kutusuyla gönderenler. O mektup yazmayı çok severdi ya, dört bir yandan mektuplar yağıyordu..
'ben senin ortaokuldan arkadaşının kuzeniyim, Antalya'da yaşıyorum. ev yemeği özlemişsinizdir ne çekiyo canınız yarın getiriyim' diyen ya da 'arkadaşım bahsetti, bir enerji grubumuz var şifa enerjisi göndermek istiyoruz. izniniz var mı?' diye soran onlarca garip telefon alıyorduk.. bize evini açan, çamaşırlarımızı yıkayıp ütüsüne kadar yapıp getiren tuhaf dostlar katıyorduk hayatımıza. akşam yemeklerimiz, iş çıkışı evlerine gitmek yerine yanımızda olmayı tercih eden koca yürekli insanlarla bir ritüel gibi geçiyordu sanki..
bolluk bereket yağıyordu dört bir yandan..
yazın o sıcağında, üstelik hem de ramazan ayında, kan vermek için kuyruğa giriyordu insanlar. 'bizim için yeterli, teşekkürler' diyorduk, gelmişken başkası için veriyorlardı. kan bankası dolup taşıyordu adeta her seferinde..
herkes tek bir ağızdan sözleşmiş gibi, büyük bir inançla aynı şeyleri söylüyordu.
"iyileşecek, eskisi gibi kalkacak o yataktan. güzellik uykusunda şimdi! biraz sabır.."
sabrettik..
o inat ediyordu madem bizi bırakmamak için, biz de inatçıydık..
saatler, günler, haftalar geçiyordu. bıkmadan usanmadan konuştum kardeşimin kulağına, her fırsatını bulduğumda..
iç kanamam durdu dedim, nabzım daha yavaş atıyor, tansiyonum normale döndü. sarılığım geçti dedim sonra ameliyat olabilirim..
yoğun bakim virüsleri kaçtı gitti vücudumdan dedim sonra. ve en son uzunca bir sure 'kendi kendime nefes alabiliyorum, aletlere ihtiyacım kalmadı, teşekkür ederim onlara' dedim..
bunların hepsini sanki O söylüyormuş, zaten öyleymiş gibi söyledim. tekrar etsin istedim içinden. yapabildiğine inansın..
biz inandıkça, O inandıkça doktorları da inanmaya başladı.. Ağızlarından sanki, tek bir iyi söz çıkmaması için anlaşmış doktorların başı, 'hayati tehlikesi geçti diye düşünebiliriz artık' dedi bir gün..
hayati tehlikesi geçti..
sadece 3 kelime belki de yüzlerce insana bir kez daha hatırlattı ki;
mucize diye bir şey vardı hayatta..
Aybegum Kubat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder